25 Ağustos 2010 Çarşamba

Uzun Yağmurlardan Sonra..

Çok özlemişim..

İnsan bazen kendine yakın bulduklarını zihninden uzaklaştırabiliyor bir süre. Önemsemiyormuş gibi daha fazla. Onlarsız da olurmuş gibi. Gün geliyor, özlem duymaya başlıyor. Sebebi tanımlanamayan keskin bir sızı biçiminde.

Bugün buna benzer bir sızıyı "Uzun Yağmurlardan Sonra"yı okurken duydum. İhmal ettiğim bir dosta yolda rastlayınca duyduğum hafif huzursuzlukla karışık özlemdi bu. Her şeye rağmen özlem..

Uzun Yağmurlardan Sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma.

Gülten Akın

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Evin Güven Hali

Soğuyan havayla beraber üste alınan incecik bir örtü. Güzel bir film, hayattan alabildiğine uzak. Sıcacık bir kahve. Yağmur yağdı yağacak; ama yağmasa da olur. Yapay bir biçimde hafiften karartılmış, o an herkesten her şeyden daha yakın oda. Sanki içimi bilen, beni sarıp sarmalayan oda.

Riskleri, yorgunlukları elinin tersiyle itebilmek..
Kayıtsız şartsız güven duygusunu da özleyebiliyormuş çünkü insan.

15 Ağustos 2010 Pazar

AG-2

İnsan zamanı kendi yaratır derim hep; ama uygulayamıyorum bir türlü. Yazmayı bu kadar geri plana atarak kendime haksızlık ediyormuşum gibi geliyor. Olmayınca olmuyor ne var ki... Şimdi de gitmem gerek, içimde yazacaklarım, önümde blog, yatağımın başında günlük, okuduğum kitabım.. Torunlarımı boşluyorum, nedensiz yere değil... Evimde geçirdiğim bu kısacık vakti en verimli şekilde değerlendirmek için... Eksiksiz devam etmek çok güç. Zaten bu mükemmeliyetçilik de bana fazla :)
O zaman merhaba yeni hayatım! Sevgili üniversitem, sendeki zamanımı da verimli değerlendireceğime söz veriyorum :)

10 Ağustos 2010 Salı

...

tam gözlerimi açacaktım -hemen uyuttum kendimi. kapat gözlerini, ee eee... ninnilerle uyuyakalan bir bebek gibi. peri masallarına gönülden inanan ve mutlu sonu duyar duymaz başı yastığa düşen küçücük bir kız gibi. ama ninnilerle uyumak bebekliğe, masallara inanmak çocukluğa özgü olduğunda tadında. şimdi ekşimeye başladı hepsi. ağzımda buruk bir tat var yalnızca. git gide acılaşan bir tat.


oyun oynamak istemediğimi nereden bilebilirdim? tam da durup dinlenmesi gereken zamanda, "yeter artık hasta olacaksın!" sözünü duyduğu halde -belki de sırf bu sözü duyduğu için- oyuna hararetle devam eden küçük kız olmadığımı artık... oyunlar sığınmak içindi; gerçek dünyada büyünün var olmadığını yeni yeni anlamış o küçük kız için kurulmuş yapay bir dünyaydı. zararsız. yorulduğunda uykunun kollarına koşsun ve yeni doğan güne taptaze başlasın diye. solmasın diye zamanından önce, hayat suyuydu. oynayabilseydim öyle..

hayatla oyunları birbirine karıştırdım, hataydı. büyük hata. kurumam kavrulmam bu yüzden hep. avuçlarımdaydı hayat suyu, kana kana içebileceğim zamanda ellerim titredi nedensiz, döküldü. oturdum bir köşeye, suya diktim gözlerimi, izledim sadece. o huzurlu uykular terk ettiğinde beni anlayabilirdim; bilmezden geldim. uykusuz bir gecede değildi düğüm... yalnızca... çok soru vardı. çok. içime sinseydik bir yerlerde yanıt bulabilirdim belki. bir iki tanesine olsun. kendime sorduğumda yanıt bulamadığım sorular. bazense sana soracağım; ama hiç sormadığım. neden soramadığımı kendime bile soramadığım. "kendim" ve "sen" bana farklı gelmediğinde bile -hiçbirimize- soramadığım. burada düğümlendi.

açmak olur mu bundan sonra gözlerimi? beni uyandıracağın günü bekleyeceğim. aslında uyanık olacağım hem. uyuduğumu sanacaksın, göz kapağımın nasıl kıpırdadığını görmeyeceksin bile. ve bıraktığım o milimetrelik aralıktan sana son kez nasıl baktığımı. uzun uzun. -sözde- uyanıkken olmadığı kadar cüretle. senden önce ben söyleyeceğim içimden: "küçük kız uyan artık, sabah oldu."

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Çıkış Kapısı Ararken

Yine yazma zamanı; içteki huzursuzluk arttıkça yazmaktan başka çare yok. Belki yazdıkça sorgulamalar, hesaplaşmalar başlayacak; ama kalem kanattıkça yaraları ufukta huzur görünecek bir süre sonra. Görünmeli...

Keşke kolay olsaydı aklımızdan geçenleri bir bakışla anlatabilmek. Konuşmayı, yazmayı seçebiliriz; ama bunlar cesaret ister, kendinden bir şeyler katmanı ister hiç istemediğin zamanlarda bile. Hem içini dökmek de başka bir yüktür. Biraz hafifledim derken, yenisi biner omuzlarına. Anlattıktan sonra anlaşılamama riskini göğüslemeyi gerektirir; çünkü anlaşılabilmenin garantisi yoktur. Güçsüz görünmek var ucunda hem.. Neden bu kadar korkutucu güçsüz görünmek ihtimali insan güçsüz olmadığını bildikten sonra? Önemli mi... Ne bileyim!

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Anneanne Günlükleri -1

Yalnızlık ne kadar çekici dursa da, ne kadar cezbetse de sessizlik çoğu zaman, çevrede bir ses gerekiyor. Odamın kapısını kapadığımda, evin o bitmeyen telaşı bana güven veriyor. Hayatımda sürekli bir telaş olsun istiyorum ben, sürekli koşuşturmak, az gerilip çok stres olmadan bir şeyler için çabalamak, yorulmak.. Çirkin bir örnek olacak belki ama bulaşık yıkadıktan sonra lavaboyu temizleyecek olmak gözümü korkutmuyor artık; çünkü uğraştığım şeyden keyif almayı öğrenmeye başladım. Evimizin olmazsa olmazı misafirlere pek alıştım ben. Hiç bitmesin gelenlerimiz, ben mutfakta bir şeyler üreteyim. Üretmek, ürettiğimi paylaşmak, nerede, nasıl olursa olsun yaşamıma anlam katıyor... Ödülüm samimi bir gülümseme olduktan sonra, her şeye varım ben. Muskat'ta çalışma hayalim duruyor hala, kenarda köşede bir yerde... İyi bir anneanne olmanın yolu mutfakta iyi olmaktan geçiyor ne de olsa :)

Ve İki...

Sonunda ben de kavuşabildim blogumuza. Bekleyiş ve heyecanın hızını hiç kesmediği bu "sıcak" dönemde de bir kaçış umudu, Gökçen'in deyimiyle bir çatı yaratabildiğimiz için mutluyum :)

Şiir olsun mu yine o zaman.. Hatta biraz da tanıdık olsun, sığınabileceğimiz bir şey.

8.10 Vapuru

Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var

Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var.

Cemal Süreya

5 Ağustos 2010 Perşembe

İlk

             Yazmak ümit veriyor. Şu an her şeyden, herkesten uzakken, onlarca kaygımız varken sığınacak bir çatı yaratmak akıllıycaydı sanırım. Merhaba blog!
            Bir şiirle başlasak hiç fena olmaz sanırım :)

Balzamin

Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı
İş bu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişsindir kendine,
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili.

Cemal Süreya