30 Ekim 2010 Cumartesi

Eski

Gözlüğünün camı çaydan buharlanan bir başkası değil; gülebilmek için aynaya bakmak gerek. Gülebilmek için.. diye başlayan upuzun (eskiden kısacık) listenin ilk maddesi 'eski gözlerim'le bakabilmek. Eski gözlerimle baktım onca yıl bu şehre. Buğusuz ve doğrudan. Yüzlerini seçemediğim -belki de seçememeyi seçtiğim- insanlara bakıyorum şimdi. Zamanı bu kadar akmaz kılmayı başarabilen şehir mi yoksa kendileri mi? Biraz daha buhar, az buçuk gördüğüm ne varsa o da gitti. Aynaya bakmayacağım, gülmeyeceğim. Hayır, bu kadar uzaklaşmış olamam. O şarkıdaki gibi parçalanabilseydim, parçaların her biri başka bir yere.. Birini buraya bırakırdım işte. Bir bilseydim.. Buğunun ardındayım yine, 'eski gözlerim'in izinde. O bakışa ne olduğunu soruyorum yalnızca.
Alıştım yalnızca sormaya şehir, hemen telaşa kapılma bana getiremediğin yanıtlar için. Böyle oldu, buğu var artık. Gözlüklerden kurtulsam da o hep var. Nasıl görülemeyeceğini gördükten sonra aynalar yetmiyor gülümsetmeye. Hem çayım da soğudu..

29 Ekim 2010 Cuma

Ayrılık Sevdaya Dahil

"...

V.

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız.. "

No Surprises

A heart that's full up like a landfill
A job that slowly kills you
Bruises that won't heal
You look so tired and unhappy
Bring down the government
They don't, they don't speak for us
I'll take a quiet life
A handshake of carbon monoxide
No alarms and no surprises
No alarms and no surprises
No alarms and no surprises
Silent, silent
This is my final fit, my final bellyache with
No alarms and no surprises
No alarms and no surprises
No alarms and no surprises please
Such a pretty house, such a pretty garden
No alarms and no surprises (let me out of here)
No alarms and no surprises (let me out of here)
No alarms and no surprises please (let me out of here)




Madem her yerde karşıma çıkıyorsun, buyur ironik adınla. Tekrar. Tekrar.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Masal

Ben bir benzetme yapsam. Öyle bir benzetme ki oluşunla ölüşün arasındaki dört nokta farkını rezilce serse herkesin gözü önüne. Bir anlık yokluğunun, dirilememenin, geri gelememenin siyahla beyazın arasındaki o can çekişmeden daha acı olduğunu anlatsa. Sen bir gözyaşı olup aksan toprağa, su olsan bana. Bir seçim yapmak gerekir mi her zaman? Kuru bir gözyaşısın öyleyse sen, tadın damağımda. 200 km ile giden araç gibi çarpıyor kalbim, her seferinde senin bir parçan yitiyor. Sona ulaşıldığında noktalar geliyor, sen gidiyorsun. Kal diyemem ben, gücüm yetmez. Boyum yıldızlara dokunacak kadar bile uzamamışken hele. Oysa. Keşke kalsan. Kalsan da özleyeceğimi bilsen. Gitmesen.
Malum tarihe var daha. Zaman geçse de, o kalıyor, sen kalıyorsun, biz olmak böyle sürüyor gidiyor.


Bak dalgalara!

23 Ekim 2010 Cumartesi

Biraz Janis

"freedom's just another word for nothing left to lose"

kahkahaya gömdüğün hüzünleri dinlerken bir tanım daha bulabilmenin verdiği geçici rahatlama hissiyle..

19 Ekim 2010 Salı

Eski

Kendine dön
Otur karşıma
...
Kapat gözlerini
Boşlukta yüzmeli
Elimden tut sıkıca


Yoksa düşeceğim.

18 Ekim 2010 Pazartesi

поздно

Sessizliğin kendisinden korkmuyorum, ona mecbur olmaktan korkuyorum ben. Konuşmaya olan düşkünlüğümün farkındayım; ama sessizliğe katlanamayışımdan farklı bu: Yanımda birilerinin varlığını bilmem, onlara sırtımı yaslanmam gerek, güvenmem, hayal paylaşmam, içimi korkmadan açmam gerek. Eğer gözlerimle yapmam yetecekse, varım buna.
Ardı arkası kesilmeyen cümlelerim, bazen virgüllerle bölünür. Bazıları vardır ki hayatta, sessizliğin de içimizde kendini göstermek için kanat çırptığını öğretir bize. Kimi zaman korku, kimi zaman saygı, belki de öz bir sevgi ifadesi yerine geçer bu yırtılmamış karanlık. Kimi zamansa sadece açtığımız koca çukurları doldurur bir şekilde. Peki her zaman bu kadar olumlu olabilir mi? Sanmıyorum. Mükemmel'in tanımı tek bir kelime olamaz çünkü. Her insan, olgu, duygu, düşünce; yanlışlarıyla, hatalarıyla var olur.
Sallanan koltukta oturan kişiye gözlerimi dikip, ağzından cımbızla kelime almaya çalışmak yorar bir süre sonra. Gelen kelimeye kendinden bir kelime daha ekleyip, ortak özneli cümleler kurmak her zaman sanıldığı gibi kolay olmaz. Belki hatalarımız susturur bizi, belki kalbimiz. Nedensiz bir yere paylaşamamanın suçunu mizaca atarız kolaylık olsun bize diye. Evet, biz hep kolaya kaçarız. Ben kolaya kaçarım; çünkü konuşmaya başlasam bağırır, ağlarım. Dinlemek istesem, anlatıcı ararım. Onun anlattıklarına da ağlamalı mıyım?

En baştan iki kişilik bir tarih yazsak, konuşsak, paylaşsak, anlaşsak, öylesine bir günah çıkartsak.

Ayak seslerinin on beş dakika önceden duyulabildiğine inanıyorum ben hala; tek farkla, korkmadan bekliyorum artık tek başıma. :)

Дядя Я так люблю тебя. Вы так важно то мне. Я хочу поговорить и поделиться с вами более. Я надеюсь, что вы бы большой, счастливой, мирной год с новым возраста, без "я хочу" эс ...
С Днем Рождения!

15 Ekim 2010 Cuma

Tesadüf

Yüz yıldır dinlemediğim Dream On: Turne'nin girişinde ne işin vardı?

14 Ekim 2010 Perşembe

Twin

Sevmek; eksiklerle benimsemek, bir başkasının yanlışlarını sahiplenmek demek. "O"na güvenebilmek için çıkmadığın bir yolda, kalbini pedal niyetine kullanmak demek. Kanat diye uykuyu ve gururu taşımak demek. Tam havalanmışken düşmek demek. Tehlikeye tutkunla gitmen demek. Kör noktanı umursamamak demek.  Ummak demek.

Bunca tanım, ucundan kıyısından erişebildiğim ama içime bir türlü hoşgörüyle sığdıramadığım duygum için geldi. Duygu deyip sınırlamayı da hoş bulmadım ne var ki, bir yaşam felsefesine dönüşecek güçte bir his ne de olsa sevgi, kalpteyken.

Birini savunmasızca sahiplenirken, kendini düşünmeden içini açarken, başlarda tatlı gelen o "reklam samimiyeti", ilerleyen zamanlarda bilince bırakınca kendini, bencilliğin kinci tutumu sarmalayıverir insanı. Eğer gerçeklik payı varsa, kalmak istersin, sonuna kadar gitmek, her zamanki gibi tüketmek. İşte o zaman yanlışlar bile tatlı gelir, hiçe uzanan bu yolculukta. Utanmadan var olmak, var etmek güdüsüyle tutunursun sevdiğine. Sevdiğinin "o" oluşu dışındaki tüm faktörler anlamını yitirir, önemsiz gelir.

Rüyanın bir kısmını hatırlamazsın çoğu zaman... Bir de enstrümanlar çıkınca bir kopukluk olur, havada kalır ya bir şeyler anlamsızca... Akustik o yüzden güzel işte.

Chariot.

Mazeret

Çorakta büyüyemedim
Susuyorum
Affet zehirim,
Biriktiğin yerden yürüyemedim
Bahçeme dönüyorum!

12 Ekim 2010 Salı

Cesaret

Kar, şömine, hayal. Yeter mi?

11 Ekim 2010 Pazartesi

Üzüm Sapı

Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde!
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka şey yok görünürde.

Ömer Hayyam

8 Ekim 2010 Cuma

Beklerken..

Değişemiyorum. 'Sinemadan çıkmış insan' olamıyorum artık. 'O' kitabın son sayfasını bir kez daha aynı iç burukluğuyla çeviren o kız olamıyorum. Sözler verecek, kararlar alacak kadar sarsmıyor hiçbir gerçek, hiçbir düş. Kendime sorular soracak zamanım yok, soruların bir anlamı yok. Bunlar mazeretler, aslında sadece istediğimden. Bir soruda ne kadar yıkılabileceğimi görmekten korktuğumdan değil, tam tersine, ya hiç korkmazsam diye. Hala üzülebilir miyim? Sevinebilir miyim yine? Ve orada -yeni bir şeyler var mı yaşanacak? Bir dönüm noktası yaratmadıktan sonra yazılanlar yazmak niye? Nereye varmak için çıkıldı bu yola? Bir beklenti, bir dilek var her noktanın ardında. Cümlelerimden bağımsız, düşüncelerimden bile uzakta bir dilek. Dilememiş olmayı dilediğim bir dilek. Çağırmadığım; ama beklediğim derinlerde. Amacım değil artık yazılanlar, buna inandım, yalnızca oyalanıyorum beklerken. Hiç istemeden.

Ellerimi yüzüme kapayıp ağlayabilmek için, 'bu sefer farklı' yüzümü giyinebilmek için damlaların ardından, ne yapmalıyım?

7 Ekim 2010 Perşembe

Süreklilik

7

rüyamda seni gördüm
sen değildin, sana benzemiyordu ama
sendin
çünkü dünyada görülmeyen başka bir bakışla
bakıyordun

8

rüyamda seni gördüm
sen değildin, sana benzemiyordu ama
sendin
çünkü tıpkı olması gerekene benziyordun



Eğer gitmediysen hala?

5 Ekim 2010 Salı

Doğum Günün Kutlu Olsun Bengi!

Canım arkadaşım,

İlk olarak bu blogu benimle paylaştığın için teşekkür ediyorum! :)
Robert'te kütüphane koltuklarında boş derslerini benimle geçirdiğin için de..
Benimle aynı bölümü seçtiğin için ve dersleri seçerken ve seçtikten sonra yanımda olduğun için de...
Beni hangi koşullarda olursak olalım güleryüzünden mahrum bırakmadığın için de...
Kendimi yalnız hissetmeyeceğim kadar güven verip, bir dostluğu abartısız yaşamamı sağladığın için de...
Saçma sapan bunalımlarımda beni hep anlamaya çalıştığın için de...
Hüznünü, mutluluğunu benimle paylaştığın için de...
Çok teşekkür ederim :)

Seni çok seviyorum. İyi ki doğdun Bengi Süllü. Yoksa kiminle paylaşırdım bunca şeyi? Tekrarlara, sıkıcılıklara inat mükemmel bir sene geçirmen dileğiyle... :)

Bol yazılı 20'ler :)