21 Eylül 2010 Salı

Savunma

Mevsim değişikliği, uzak dur benden.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Çıplak Hikaye

Bir yerden başlamak ya da bir şeyleri sonlandırmak... Yaşamak için daima gerekli olan bunlar değil. Öylesine var olmak. Amaçsızca. Fütursuzca. Yalnızca soluyarak hayatta kalmak, hissetmek, duymak, görmek. Koşuşturmadan uzak, bencilliğin var olmadığı bir aralıkta benliğine kavuşmak. Mutluluk, hüzünden ayrılınca gelmez, bunu kabullenmek. Koşulsuzca gülmek, dinlemek. Orta yerinden yakalayıp, acele etmeden, bir yere varmaya çalışmadan. İstiklal'de yürümek gibi.

Aziz Nesin, parasız kalmış gibi miyim hâlâ?


bbmak-out of my heart. beğendim.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Körebe

    Belki biraz ihmal ettim sözcükleri. Gerçekliğin tadı mutluluğa, rengi umuda çalmaya başlayınca bozdum oyunu. Bırak, dedi, kağıdı kalemi. Cansız klavyeyi, ruhsuz ekranı. Bunlar yazılmamalı, yalnızca yaşanmalı. Gizliydi özne, öyle devam etsin: kendimden özür dilemek zorunda kalmayayım diye.
    İhmal edildikleri bunca zaman birkaçı hepten silinmeliydi belki bu sözcüklerin. Hem onca yaşam (kağıt değil!) eskit, hem de dön dolaş başladığın yere gel. Ne gerek var onca yükü taşımaya diyebilmek gerekirdi. Yaşamdan atıverdikten sonra kağıtta işi ne demeliydi. Önemli olan yol almak değil, yolculuğun kendisiydi ama... yazboz tahtası edilmiş yaşam değer miydi böylesi kağıtlara? Belki de yenileri bulunmalıydı sözcüklerin bu zaman diliminde. Daha az ürkek, ayakları daha bir basan yere. Her şeye hazır, tüm yanıtlar ceplerinde, hatta gözlerinde. Yaşamış madem, az çok farkında. Olabildiği kadar farkında.
    Bir dönemecin başı, bir uçurumun kenarı.. Yazıldığında adeta birbirinin aynı. Birkaç viraj almak uçurumdan yuvarlanmaya eş. Yaşandığında öyle değil. Daha basit; çünkü seçeneklerin biri ölüm. Bazen en iyi, bazen en kötü ihtimal olarak. Ama parlaklığı yok, yanılsamasız. Öbür yüzü yok.
    İşte, ihmal edemeyeceğim sözcükleri... Uzaklaşacaksam bile, sonunda nereye döneceğimi biliyorum: yolun başına. Oyun bozan değilim ben. Daha da oynamak istiyorum. Bir dönemecin başı ile bir uçurumun kenarıysa söz konusu, bağladım gözlerimi, artık görmüyorum.

12 Eylül 2010 Pazar

The Blower's Daughter

And so it is
Just like you said it would be
Life goes easy on me
Most of the time
And so it is
The shorter story
No love, no glory
No hero in her sky

I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes...

And so it is
Just like you said it should be
We'll both forget the breeze
Most of the time
And so it is
The colder water
The blower's daughter
The pupil in denial

I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes off you
I can't take my eyes...

Did I say that I loathe you?
Did I say that I want to
Leave it all behind?

I can't take my mind off you
I can't take my mind off you...
I can't take my mind off you
I can't take my mind off you
I can't take my mind off you
I can't take my mind...
My mind...my mind...
'Til I find somebody new.

11 Eylül 2010 Cumartesi

*Hello Stranger

Bilinmezlik'in uzaklaştıran olmaktan çok uzak, çekici bir hali vardır. Bildiğimiz ve tüm gerçekliğiyle omuzlarımıza çöken dünyadansa, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ve ayaklarımızı hafifçe yerden kesen dünyayı tercih etme isteği çok da şaşırtıcı olmasa gerek. İnsanın yeni yaşamını hayal ederkenki sonsuz iyimserliği görülmelere değer. "Bu sefer"e duyulan sarsılmaz inançtan yayılan masumiyet yaşamalara değer. Gerçeklikten uzaklaşmak yalnızca mutluluktur çünkü. Farkındalıkla ya da fark etmeden tasavvur edilene rastlanması öyle büyük bir mutluluk kaynağıdır ki biz, irademizle beraber, kapı dışarı edilmişizdir bile çoktan.

Sonrası...?

Bilmek istemektir. Yine..

* "CLOSER" üzerine..

10 Eylül 2010 Cuma

AG-3

      Oh, anneannem yanımda. Ben burada bir şeyler yazarken o benimle küçük sırlarını paylaşıyor: Geçen hafta "Hazır iyiyken..." diye başlayıp bir kilo etten yaprak dolması yapmış. Tezkere bekleyen torununda aklı... Herkesin damağını ayrı düşünüyor, kendini hiç çekinmeden feda ediyor her seferinde. Ne kadar dur desek, tartışsak, korksak sağlığını yitirmesinden; anneannem bu, durmaz. Bayram sabahına çöreğini, benim gelişime Gökçen çorbasını, Sedika gelince hurma tatlısını, Yağız'a özel bulgur pilavını, Emre'ninkine yaprak dolmasını, Serkan'a mantısını hazırlar. Bir hayat düşünün, her sabah akşam yemeğini planlayarak güne başlayan, sıradan sayılabilecek yemeklerden kaçınan... Canım benim..En başından kabullenmiş o, kaderin üstünlüğünü. En büyük mücadelesi evlatlarını büyütmek, yetiştirmek olmuş. Sonra o hızını alamamış, bir de şartlar öyle gerektirince, torunlarını da elinde büyütmüş. Herkeste ama herkeste var emeği. Elinin değdiği en ufak şeye kadar sevgisini, emeğini katışı yok mu, öyle bir kadın benim anneannem. Geçmişini, yaşadıklarını tutmuş içinde, kötü her şeyi sindirmeye çalışıp her adımını merhametle, hoşgörüyle atmış. Belki en doğrusu değil bu, kalbine yazık sonuçta... O kadar biriktirmiş ki... Anlat anlat bitiremez. Küçücük bir alanda kendince kocaman bir dünyası var anneannemin. Dışarı çıkma nedeni "sebzeci" yalnızca. Bana, size, başkasına garip gelebilir tüm bunlar, ama anneannem bir kez daha gelse dünyaya hayatındaki hiçbir şeyi değiştirmez sanki. Daha çok yemek yapabilmek için, sağlığının düzelmesini ister ancak, daha mutlu, huzurlu bir yaşam diler sevdikleri için.. Bu fedakarlık, sevgi... Çok yoruyor kendini, kıyamıyorum. Yoksa anneannemin kocaman kalbine o kadar büyük saygım var ki!
     Gözlerinden okunan sevgisi sarmalıyor beni. Söylemeye, sevgisini göstermeye alışmamışsa da, bilmemizi sağlıyor kendi yollarıyla. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı işte. Bugün elinden öperken, bir zorunluluk, bayram gereği değildi yaptığım. Anneannemi seviyorum ve o el öpülesi, biliyorum.
     Hiçbir zaman onun kadarını yapayacağımdan emin de olsam, sevdikleri için insanın kendinden ödün vermesi gerektiğini, anneannemin koşulsuzca bize sunduklarından öğrendim. Anneannem bir başkadır benim. İnadıyla, tekrar tekrar anlattıklarıyla, paylaşımıyla...
    "Ben ölünce kafamı kesip alın, benim kafam iyi çalışıyor." dedi bugün, bir mutfak deneyimini anlattıktan sonra :)
     Oysa ben kalbinde biriktirdiklerini şimdi onun dilinden dinlemeyi tercih ederim, orada öğrenilecek daha fazla şey var çünkü, eminim.


    Ben... Hep onun kadar masum kalabilsem keşke.

9 Eylül 2010 Perşembe

"Open Your Eyes"

All this feels strange and untrue
And I won't waste a minute without you
My bones ache, my skin feels cold
And I'm getting so tired and so old

The anger swells in my guts
And I won't feel these slices and cuts
I want so much to open your eyes
'Cause I need you to look into mine

Tell me that you'll open your eyes

Get up, get out, get away from these liars
'Cause they don't get your soul or your fire
Take my hand, knot your fingers through mine
And we'll walk from this dark room for the last time

Every minute from this minute now
We can do what we like anywhere
I want so much to open your eyes
'Cause I need you to look into mine

Tell me that you'll open your eyes
All this feels strange and untrue
And I won't waste a minute without you


Arkadaşlık büyür mü insanın içinde, görmedikçe? İçimdeki sesi boğamayacak kadar güçsüzüm ben, içimdeki sesi tutuklayamayacak kadar zayıf.. İnanınca bir şeye bütün hislerimle, vazgeçemeyecek kadar gurursuz. Sahip olduklarım ya da olamadıklarım diye bir ayrımım yok. Bir şarkı var ve onu paylaşacağım bir kişi. O bir kişi yok. Sevdiklerim, sevenlerim anlamayağından değil, bir kişiye gider bir şarkı ve o kişi her zaman bir başkası. Ona rast gelince bir sızı. Arkadaşlık hiç bu kadar yormamıştı. Oysa istediğim çok şey değil, bir mesaj, bir haber, bir düşünce.. Bu kadar çıkmaza sokmanın ne anlamı vardı?
Çıkmaz sokak tabelasını gördüm, ama girdim yola. Duvara çarpmam şart mı illa? Dönememek en kötüsü. Kürkçü dükkanı misali. Bile bile lades benimki. Yine de hala çabalıyorum. Çünkü bu arkadaşlığın, oluşamamış olan, bana verdiği yadsınamaz bir güven duygusu var, neden ve nereden geldiğini tespit edemediğim.. Dışlanırken içselleştirdiğim bir vaka. Arkadaşlık için değer mi? Bence, kesinlikle.
Kimi ararız yoksa tek kaldığımızda? Kim için çıkarız sıcak yatağımızdan gülen bir suratla? ..