13 Eylül 2010 Pazartesi

Körebe

    Belki biraz ihmal ettim sözcükleri. Gerçekliğin tadı mutluluğa, rengi umuda çalmaya başlayınca bozdum oyunu. Bırak, dedi, kağıdı kalemi. Cansız klavyeyi, ruhsuz ekranı. Bunlar yazılmamalı, yalnızca yaşanmalı. Gizliydi özne, öyle devam etsin: kendimden özür dilemek zorunda kalmayayım diye.
    İhmal edildikleri bunca zaman birkaçı hepten silinmeliydi belki bu sözcüklerin. Hem onca yaşam (kağıt değil!) eskit, hem de dön dolaş başladığın yere gel. Ne gerek var onca yükü taşımaya diyebilmek gerekirdi. Yaşamdan atıverdikten sonra kağıtta işi ne demeliydi. Önemli olan yol almak değil, yolculuğun kendisiydi ama... yazboz tahtası edilmiş yaşam değer miydi böylesi kağıtlara? Belki de yenileri bulunmalıydı sözcüklerin bu zaman diliminde. Daha az ürkek, ayakları daha bir basan yere. Her şeye hazır, tüm yanıtlar ceplerinde, hatta gözlerinde. Yaşamış madem, az çok farkında. Olabildiği kadar farkında.
    Bir dönemecin başı, bir uçurumun kenarı.. Yazıldığında adeta birbirinin aynı. Birkaç viraj almak uçurumdan yuvarlanmaya eş. Yaşandığında öyle değil. Daha basit; çünkü seçeneklerin biri ölüm. Bazen en iyi, bazen en kötü ihtimal olarak. Ama parlaklığı yok, yanılsamasız. Öbür yüzü yok.
    İşte, ihmal edemeyeceğim sözcükleri... Uzaklaşacaksam bile, sonunda nereye döneceğimi biliyorum: yolun başına. Oyun bozan değilim ben. Daha da oynamak istiyorum. Bir dönemecin başı ile bir uçurumun kenarıysa söz konusu, bağladım gözlerimi, artık görmüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder